1.1.Din Kavramı
Değişik isimler altında ve değişik inanç şekillerinde tezahür etmiş olsa da, dini
duygu ve tecrübe bütün insanlık tarihinde günümüze kadar süregelmiştir. Yapılan
arkeolojik, filolojik, teolojik ve tarihi araştırmalar, din fenomenin her zaman ve her
yerde mevcut olduğunu ispatlamaktadır. Bundan hareketle din, insanoğlunun
doğuşundan ve yaratılışından beri var olan evrensel bir fenomendir.
Değişik toplumlarda, zamanlarda ve farklı isimler altında olsa da din olgusu tüm
insanlarda günümüze kadar var ola gelmiştir. Tarih boyunca insanlar içinde
bulundukları güçsüzlüklerden dolayı bir yaratıcıya teslim olma ihtiyacını hissetmişlerdir. İnsanlık tarihine baktığımızda ne kadar gerilere gidilirse gidilsin dini inançlarda
yoksun herhangi bir topluma rastlanmamıştır. Dinin insan hayatında ne kadar önemli
olduğunu Henri Bergson şöyle ifade etmektedir: “Geçmişte olduğu gibi, bugün de
ilimsiz, sanatsız, felsefesiz cemiyet vardır. Fakat dinsiz bir cemiyet asla yoktur”.
İnsan hayatında önemli bir yere sahip olan din fenomenini insanın hayatından
çıkarıp dinsiz bir toplum oluşturmak isteyen cereyanlar zaman zaman ortaya çıkmışsa
da başarılı olamamıştır. Özellikle de komünist rejimler dinsiz bir toplum oluşturmak
için zaman zaman amansız baskılar ve politikalar izlemişlerse de bunlar başarılı
olamadıkları gibi dinsizleştirme politikalarına reaksiyon olarak din duygusu daha da
canlılık kazanmıştır. Örneğin komünist lider Lenin dini, toplumun hayatından çıkarıp
kendi ideolojilerini daha rahat yerleştirebilmek için Rusya’da bilinçli olarak kıtlık
politikasını izlemiştir. Çünkü o, insanlar aç kaldıkça tanrıdan uzaklaşıp kendi
ideolojilerini benimseyeceklerini zannetmişti. Ama tarihi gerçekler bunun aksini
fazlasıyla kanıtlamış durumdadır. Bu durumu Prof. Dr. M. Şekip Tunç şöyle formülüze
etmektedir: “Herhangi bir ideolojinin yok edebileceği bir din yoktur”.
Dinin insan hayatında ne kadar önemli olduğu konusundaki bu girişten sonra dinin
kelime anlamı ve dinin tanımı üzerinde durmakta fayda vardır. Arap dilindeki “din”
kelimesinin kökü ile ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Bu kelimenin Arami, İbrani bir kökten geldiği, Orta İran’dan alındığı, Öz Arapça olduğu tartışılmakta, fakat
kesin bir sonuca ulaşılamamaktadır. Çoğulu Edyan olan din kelimesi şu anlamlara
gelmektedir: adet, yol, iteat, inkiyad, alamet ve ceza. Batı dillerinde din kelimesinin
karşılığı “La Religion” kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime Latince “Religio” kökünden
gelmektedir. Bunun da yine Latince bağlanmak anlamına gelen “releger” veya
“religare” köklerinden geldiği söylenmektedir. O zaman Religio, ibadetlere sımsıkı
bağlanma manasını ifade eder ki, “iteat ve inkiyad” anlamlarına uygun düşmektedir.
Yukarıda da değindiğimiz gibi dinin toplumun hayatında önemli bir yere sahip olduğu
su götürmez bir gerçektir. Toplum hayatında önemli bir yere sahip olan bu fenomenin
ne anlama geldiğini açıklamakta fayda vardır. Din kavramı ile ilgili yapılan tanımlar, bir
kitabın hacmini dolduracak kadar fazladır. Ancak şimdiye kadar üzerinde ittifak edilen
ve çoğunluğun kabul gördüğü bir tanım olmamıştır. Bu durum dinin farklı bir mahiyette
olmasında etkili olduğu gibi insanların dine bakış açıları da etkili olmuştur. Örneğin;
konuya din sosyolojisi açısından yaklaşan Emile Durkheim, “Din, bir cemaatin
meydana gelmesini sağlayan ayin ve inançlar sistemidir”. Din psikolojisi açısından
yaklaşan Feurbach “Din, dua, kurban ve inançla kendini gösteren bir arzudur”.
Tanımlarda bir ittifakın olmaması ve ayrılıkların olmasında dinin kompleks bir yapıda
olması etkili olduğu gibi, dini tanımlayanların, dine sübjektif bir şekilde yaklaşımları da
etkili olmuştur.
Konuya açıklık getirmesi açısından biz bazı bilginlerin din tariflerini vermekle
yetineceğiz.
Bunlar:
Max Müler: “Din, ruhun bir kuvvetidir ki, aklın ve duyu organlarının insana
muhtelif isim ve sembollerle, sonsuzu kavrama imkânını verir.”
Taylor: “Din, ruhani varlıklara inanmaktan ibarettir.”
Kant: “Din, insanın bütün vazifelerinde ilahi emrin bilinmesi ve tanımasıdır.”
Spencer: “Din, tabiatüstü ve esrarlı kuvvetlerin varlığına inanmaktır.”
Reinach: “Din, beşeri kuvvetlerin serbestçe kullanılmasını önleyen kuruntu ve özel
kayıtların toplamıdır.” Şeklinde tanımlamalar yapılmıştır.
Mircae Eliade: “kutsalın tecrübesinin” mükemmel insanın bir özelliği olduğunu,
böylece dinin insan için kaçınılmaz bir fenomen olduğunu belirtmiştir.
J.G.Frazer: “Dinden ben, netice olarak tabiat nizamını ve beşer hayatını
yönettiğine ve kontrol ettiğine inanılan insanüstü kuvvetlerin bir yatıştırma ve
uzlaştırmasını anlarım”.
Batı orijinli mezkûr tanımların yanında İslam’ın ve İslam bilginlerinin de din
hakkındaki görüşlerine de yer vermekte fayda vardır. Kuran’da 95 ayette din ve din
kelimesinin türevleri kullanılmıştır. Ancak Kuran’da geçen kelimesi tek bir anlamı ifade
etmeyip kullanıldığı ayetlerin öncesi ve sonrası ile bütünlüğüne göre değişik anlamlar
kazanmaktadır. Kuran’da geçen din kelimesi için değişik tasnifler yapılmaktadır. Bunlar
özetle şöyledir: ceza, karşılık, örf ve adet, itaat ve inkıyad, hesap, hâkimiyet ve
galibiyet, saltanat, mülkiyet, hüküm ve ferman, ibadet, millet, şeriat ve İslam Batı
dünyasında olduğu gibi İslam dünyasında da farklı tanımlar yapılmıştır. Bunların
bazıları şunlardır:
Seyyid Şerif Cürcani: “Din, akıl sahiplerini peygamberin bildirdiği şeyleri kabule
çağıran ilahi bir kanundur”.
Tahanevi: “Din, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle halde salaha ahirette felaha sevk
eder”. İslam bilginlerinin din ile ilgili yapmış oldukları tanımlara bakıldığında dikkatti
çeken nokta, bütün İslam bilginlerinin yaptıkları din tarifinde vahyin esas olarak
alınmasıdır. İslam bilginlerinin genelde üzerinde ittifak ettikleri tarif şöyle özetlenebilir:
“Din, akıl sahibi insanları, kendi irade ve arzuları ile bizzat onun için hayırlı olan
şeylere sevk eden ilahi kanundur”.
1.2. Dinin Kaynağı ve Tasnifi
Dinin nasıl ortaya çıktığı, dinin ne tür kaynaklara dayandığı konusunda kutsal
kitapların verdiği bilgilerden başka herhangi bir tarihi belgeye rast gelinmemiştir.
Ancak buna rağmen bazı bilim adamları dinin kaynağını taspit etmeye çalışmış ve dinin
menşei hakkında bazı teoriler ortaya atmışlardır. Dinin tanımında olduğu gibi dinin
kaynağı hakkında da bilim adamları ve teologlar arasında herhangi bir ittifak oluşmamış
ve bu konuda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Kutsal kitaplara bakıldığında ilk
insanların Tanrı bilgisine sahip oldukları ancak zamanla ilk dinin bozulup yozlaşarak çok tanrılı dinlerin meydana geldiği ileri sürülmüştür. Bunları anahatlarıyla evrimci
görüş ve vahye dayalı görüş şeklinde iki ana kategoride incelemek mümkündür.
Charls Darwin’in (1809–1882) XIX yüzyılda biyolojik evrimle ilgili “Türlerin
Kökeni” adlı eserinin yayınlanması batıda din karşıtı olanları biraz heyecanlandırmışsa
da yaratılışı reddeden bu teori ortaya çıkışından bugüne kadar sürekli olarak kan
kaybetmiştir.
Vahiy temeline dayalı görüşe kısaca bakmakta fayda vardır. Yahudiler, dinin
kaynağını Hz. İbrahim’in soyundan gelen İbranilere kadar götürürler (MÖ 2000 yıllar).
Hıristiyan inancına göre, Hıristiyanlık Hz. İsa tarafından kurulmuş ve onun yaşamına
dayanan bir dindir. İslamiyet, Hz. ?brahim’in, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve daha önce
bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri her şeyi kabul eder.
Din kavramı ve kaynağı ile ilgili vermiş olduğumuz bu genel bilgilerden sonra
değinme ihtiyacı duyduğumuz bir konu da dinlerin tasnifi konusudur. Dinlerin
geçirmekte oldukları gelişim devrelerine, şekil esas alınarak yapılan sınıflandırmalarla
özel bir yer verilmesinin gerekliliği yanında bu tip tasniflerde bunun yapılmasının
oldukça zor olduğu görülmektedir. Din olayının oldukça kompleks yapısı, dinin
tenkitlere karşı oldukça duyarlı olmasına neden olmuş ve dinlerin açık bir tasnifinin
yapılmasına da engel teşkil etmiştir. Bununla beraber birçok insan, dinlerin tasnifine
teşebbüs etmiştir. Dinin tanımındaki farklılıklar ve değişik görüşler dinlerin tasnifi
konusunda da olmakla beraber anahatlarıyla dinleri şu şekilde tasnif edebiliriz: Bazı
batılı bilginler dinleri “Kurucusu Olan Dinler” ve “Geleneksel Dinler” diye
gruplandırırken, bazıları da “Milli Dinler” ve “Evrensel Dinler” diye
gruplandırmışlardır. ?slam bilginleri ise, dinleri “Hak Dinler” ve “Batıl Dinler” veya
“Vahye Dayanan Dinler” “Tabii Dinler” diye ikili gruplara ayırmışlardır.
2.1. Dinler Tarihi
Dinler tarihi, tarih ve filoloji bilimlerin desteğiyle dinlerin ortaya çıkışını,
gelişimini, inanç, ibadet ve ahlaki değerlerini tarihsel süreç içersinde inceleyen ve
fenomenolojik metodundan da faydalanarak dini inançları inceleyen bir bilim dalıdır.
Bu bilim, mevcut veya geçmişte yaşamış bütün dinleri bilimsel kurallar
çerçevesinde ve objektif bir bakış açısıyla inceler. İnsanların kopmaz bir parçası olan
dinleri ve içeriklerini inceleyen bilim dalı olan dinler tarihi, vasıflayıcı metoduyla,
belirli bir dinin savunmasını üzerine almış kelam ve din felsefesi gibi ilimlerden
ayrılmakla birilikte, onlara ihtiyaçları olan malzemeleri ulaştırır. Tarihsel ve filolojik
metotlardan faydalanarak çeşitli ülke ve milletlerin, küçük veya büyük toplumların din
ve inançlarını inceler. Dinler tarihi, bütün dinleri kendi sınırları içinde ayrı ayrı
inceleyerek, dinlerin nasıl meydana geldiklerini, doğuşundan günümüze kadar ne tür
değişiklikler geçirdiklerini ve incelenen dinlerin mevcut durumlarının nasıl olduklarını
inceler.
Siyasi tarihleri olmayan ilkel ve vahşi kabilelerin din ve inanç yapıları da dinler
tarihinin konusu içine girer. Fakat derinlemesine inceleme yaptığı asıl alan medeni
insan toplulukların sosyal açıdan gelişme ve yenilikleridir.
Yukarıda da değindiğimiz gibi dinler tarihi, dinleri yer ve zaman göstererek
inceleyen bir bilim dalıdır. Dinler tarihi, bu incelemeleri yaparken zaman zaman
kıyaslamalara da yer vermektedir. Bununla birlikte bazı dinler tarihçileri dinleri tarihsel
süreç içersinde incelemeyi uygun görürken, bazı din bilimcileri de incelemelerinde
karşılaştırmaya yer vermeyi uygun bulmuşlardır. Bazı din bilimcileri dinler tarihini,
özellikle din mukayesesi ve Din Fenomenolojisinden ayrı tutma gerekliliğini
vurgulamışlardır. Ancak tarihi bir dini, mezkûr iki disipline belli bir ölçüde de olsa
başvurmaksızın incelemek zordur. Çünkü bir dini veya herhangi bir kurumu
incelerken, mevcut incelenen kurumu daha iyi anlayabilmek için benzerleri ile
kıyaslama bir nevi zorunluluk arz etmektedir. Sonuç olarak tüm din bilimcileri hemfikir
olmasa da dinler tarihi, dinleri ya bir tarihçi zihniyetiyle ya da mukayese amacıyla incelemesi gerektiği kanısındayız. Dinler tarihinin tanımı ve metotları hakkında verdiğimiz bu bilgilerden sonra, dinler tarihinin batıda ve İslam dünyasındaki gelişimine de bakmanın faydalı olduğu
kanısındayız. Batıda bu bilimin gelişimine baktığımızda Ortaçağ’da tek gerçeğin
Hıristiyanlık olduğu inancıyla, batı dünyası diğer dinlerle ilgilenmeyi gereksiz gördüler.
Ancak batıda diğer dinlere karşı bu ilgisizlik, sömürgecilik ve aktif misyonerlik
faaliyetlerinin artması sonucunda değişime uğramıştır. Sömürgecilik ve misyonerlik
faaliyetleri batıda Hıristiyanlık dışındaki dinlere de ilgi göstermeyi ve onları incelemeyi
bir nevi zorunlu kıldığını söylemek yerinde bir düşüncedir.
Avrupa’da modern anlamda din araştırmaları Max Müler ile başladı. M. Müler
“Dinler Tarihine Giriş” adlı eseri ile dinler tarihi alanında takip edilen bir yol çizmiş,
geniş bilgisi sayesinde müsteşriklere rehberlik etmiş ve sayede şarkın mukaddes
kitaplarının batı dillerine tercüme edilmeye başlamıştır. Müller’in bu alanda açmış
olduğu bu çığır diğer Avrupa devletlerinde de dinler tarihi ile ilgili eserler verilmeye
başlamıştır. Bu gelişmelere paralel olarak Hollanda, İngiltere, Fransa ve İtalya
üniversitelerinde Dinler Tarihine geniş yer verilmiş ve özel kürsüler kurulmaya
başlamıştır. Emile Durkheim ile Batıda Dinler tarihinin önemi büsbütün artmaya
başlamıştır. Durkheim, dini tamamen sosyal yönden inceleyerek bu alana yeni bir boyut
kazandırmıştır.
Ana hatlarıyla batıdaki Dinler Tarihi ile ilgili çalışmalardan sonra İslam
dünyasındaki çalışmalara da kısaca göz atmakta fayda vardır. İslam dünyasında, din
felsefesi, tasavvuf ve Dinler tarihi önceleri birlikte ele alınmıştır. Bu bilimler doğal
olarak zamanla birbirinden ayrılarak ihtisaslaşmaya doğru tedrici bir temayül
göstermiştir. İlk dönemlerde Dinler Tarihi, mezkûr bilimlerle birlikte
değerlendirilmiş olsa da bu alanla ilgili ilk ciddi araştırmalar da İslam dünyasında
başlamış ve bu çalışmalar İslam dünyasından batı dünyasına kaymaya başlamıştır.
Dinler Tarihi ile ilgili ilk çalışmalar İslam dünyasında başlamışsa da son dönemlerde
batıdaki çalışmalar hem nicelik hem de nitelik bakımından ilerleme göstermiş
durumdadır. Özellikle günümüz batılı yazarlar, sadece dinlerin kendisiyle değil, dinlerin
etrafında oluşan ve çağımız insanların ilgisini çeken uç noktalarıyla ilgilenmektedir.
Batıdaki bu çalışmaların dinler tarihi araştırmaların ötesinde, bir misyoner metodu
olarak kullanıldığı söylenebilir.
İslam dünyasında dinler tarihi ile ilgili örnek vermemiz gerekirse bunların başında
İbn Hazm (Kitbu’l-Fasl fi-Milel ve’n-Nihal), Şehristani (el-Milel ve’n-Nihal), ?bn
Teymiye, el-Biruni, Muhammed Ebu Zehra gelmektedir.
Genelde Batı ve İslam dünyasındaki dinler tarihi ile ilgili çalışmalara Türkiye’de de
önem verilmiş ve bu alandaki eserler her geçen gün artış göstermiştir. Osmanlı
Devleti’nin son dönemlerinde “Tarih-i Edyan” adı altında bazı kitaplar yayınlanmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan ilahiyat fakültelerinde dinler tarihi dersi “tarih-i
edyan” adı altında okutulmaya devam edilmiştir. Günümüzde yirmiye yakın ilahiyat
fakültesinde Dinler Tarihi Ana Bilim Dalı bulunmakta olup dinler tarihi ile ilgili
çalışmalar da önem kazanmaya başlamıştır.
Türkiye’de dinler tarihi ile ilgili bazı önemli
bilim adamlarımız ve eserleri şunlardır: Mehmet Aydın, Dinler Tarihine Giriş, Konya,
2004, Mehmet Toplamcıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ekrem Sarıkçıoğlu,
Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 2002, Abdurrahman Küçük- Günay
Tümer, Dinler Tarihi, Ank., 2002, Baki Adam, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ank.,
2006.
İnsanlık tarihi boyunca farklı isim ve şekillerde olsa da insanlar genel anlamda bir
dine inanma ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu durum da dinler tarihinin karmaşık bir yapı arz
etmesine neden olmaktadır. Bu karmaşık yapı kıtaların bağlantısı konumunda olan
Ortadoğu’da kendisini daha çok hissettirmektedir. Çünkü tarihsel süreç içersinde birçok etnik yapı, farklı kültürleri barındırması ve buna paralel olarak da tüm ilahi dinlerin doğduğu yer olması Ortadoğu’nun inanç bakımında heterojen bir yapı arz etmesine neden olmuştur.
Elif SARITAŞ
24.03.2020